26.06.2010

Dan Brown- Kayıp Sembol

Yenice bitirdim hemen buraya yazmak istedim..Klasik bir Dan Brown kitabı olmuş..Çözülmesi gereken bir sır ve bunun peşinde ki Robert Langdon.(Adamın başına gelmeyen kalmadı bu kitabında)Bu tarz sevenlere tavsiye edebileceğim bir roman..

Arka kapak:
Kongre Binası'na bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon'ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon'ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir.
Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?...

Mehmet Tanju Akerman- Ötekileşmeler

Siyasi yorum içeren bir kitap..Kapitalizmin insanları nasıl ötekileştirdiğini sade bir dille ve ironik bir yaklaşımla anlatmış.. Aynı dilden aynı topraklarda yaşayan insanların birbirine nasıl öteki gözü ile baktığı anlatılıyor..
Kitap yaramı deşti..Bende 3-5 birşey yazayım..Zaten sürekli gördüğüm bir şeydi..Dinlediğim müzikten ötürü olsa gerek..Efendim lütfen biraz daha dinleyelim birbirimizi.3 günlük dünyada o bu şu yapmayalım.Fikirlere önem verelim dış görünüşe değil..!! Hem ne var farklı düşüncelerde olsak? İlle karbon kopya mı olacağız..Öyle olsak bu hayat çok sıkıcı olmaz mıydı?Sırf fikirleri yüzünden öldürülen insanları gördükçe üzülüyorum ben..Sizin hoşunuza gidiyor mu?

Arka kapak:
Ötekileşmeler... Dünyayı o kadar gereksiz ötekileştirmeler içine atıyorlar ki, bizler birbirimizle uğraşaduralım, malı götürüyor birileri.
Bazen öyle ileri gidiyorlar ki, altımızdaki sandalyeyi çekiyorlar.
Ortada bir "cambaza bak" olayı yaşanıyor. Biz cambaza bakarken ekonomik kaynaklarımızı çökertiyor birileri.
Bunu açık-açık yapmıyor. Planlı programlı sokaktaki vatandaşa çaktırmadan yapıyor.
Bazen şöyle oluyoruz, bazen böyle oluyoruz ama ötekileşiyoruz. Ötekileştiğimiz anda ellerini oğuşturan başka birileri.
Emperyal güç emeğinden başka gücü olmayan insanları eziyor.
Öyle tatlı masallar anlatarak eziyor ki, karga ile tilki öyküsü hiç kalır.
Bir denge, bir yerlerde buluşma ve emeğin dünya gözünde ezilmemesi için bir eşit paylaşım.
Olmuyor, bu günki dünya düzeninde ne yazık ki olmuyor. Ama olmuyor. Bir başka boyuttan gösteriliyor. Bunun içinde süratle ötekileştiriliyor insanlar.
Ötekileşiyoruz.
Bu ötekileşme çatışmaları içinde gerçekten çatışmanın çıktığı öz noktayı unutuyoruz. Bu kitap bu ötekileşme sürecini anlatıyor. Hep beraber çıkış noktasını bulursak ne mutlu... Hepinize kardeşlik ve eşitlik dilerim.

19.06.2010

Goethe-Faust

Bu tarz yapıtları çok beğeniyorum.. Tiyatro eseridir kendileri..
Kitapta tanrı ile şeytan bir süre tartıştıktan sonra(??) iddiaya girer..Şeytan(Mefisto) Faust isminde bir insanı kendi yoluna sürükleyeceğini iddia eder.Tanrı da buna izin verir..(Faustcuka acımadım desem yalan olur bi oyuna kurban gidiyor göz göre göre..)Eğer tanrı kazanırsa şeytanın karşısında mahcup olmasını ister.(burada tanrı figürünün oldukça yüksek egolu olduğu mu gösteriliyor ne??)..Böylece mefisto dünyaya gider Faustu yolundan çevirmek için...

Goethe'nin bu kitabının son yazılmış olanını tavsiye ederim okuyacak olanlara..Goethe bu kitabını genç yaşta yazmış, olgunlaştıktan sonra tekrar kaleme almıştır..Bir de kısaltılmış şeklini tavsiye etmiyorum.En güzel bölümleri bulunmuyor çünkü.Benim okuduğum 380 sf idi. 152 sflık olanları da var..

Son olarak kitaptan en beğendiğim sözü yazarak noktalayayım.. Sevdiğim birkaç cümle yüzünden kitabı 2-3 kere okuduğum oluyor.(bu da onlardan bir tanesi.) :
"Eğer gönüller gerçekten aydınlıksa, güneş ışığına gerek kalmaz.Başkalarının esirgediği şeyi biz kendi kalbimizde buluyoruz.."

18.06.2010

V.C Andrews- Yıldız Yağmuru


14-15 yaşında olsaydım daha çok ilgimi çekerdi herhalde =)
Kitap evinden ayrılarak okumaya giden bir kızın başından geçenleri anlatıyor..


Arka kapak:
Dilek dilerken dikkatli olun, her an gerçekleşebilir...
Bu korkunç bir hata değil miydi? Okula kabul edilerek büyük bir iş başarmama rağmen, yine de yapmamam gereken bir şey olduğunu bulmaya mı çalışıyordum? Evden bu kadar uzakta tek başıma yaşayabilir miydim? Yolda giderken, daha önce evimden ve ailemden uzakta bir gece geçirmediğimi düşündüm. Kendi yatağımdan başka bir yatakta uyuyamamıştım, kız arkadaşlarımla pijama partilerine katılmamıştım, ailemde bir otelde tatil yapmamıştım; ziyaret ettiğim hiç akrabam yoktu. Ve şimdi, yabancı bir yerde yabancılarla birlikte yaşayacağım bir okula gidiyordum.Aklımın bir yanı "Durdur arabayı, baba! Geri dön! Bunu yapamam! Yapmayacağım!" diye haykırmak istiyordu.Neden bu cümleyi kurmak istiyordum? Heyecan ve coşku dolu hislerim nerede? Böyle hissetmek için birçok nedenim vardı. Beni kıskanan tüm o suratlar gözlerimin önünden geçti. Tamahkâr sözleri kulağımda yankılandı.Kendime defalarca sormuştum: Bu bir kutsama mıydı yoksa bir lanet mi? Kaç kez düşünmüştüm, tüm bunlar beni nereye götürecekti? Çok yakında öğreneceğim.

17.06.2010

Edward Canfor- Dumas - Buda,Geoff ve Ben


Bu sefer değişiklik yapıp önce arka kapağı koyuyorum ve yorumları sona saklıyorum.

Arka kapak:
Hayatınızı değiştirecek olan kişiyle karşılaşacağınız an için kimse hazırlamaz sizi. Ben burada biriyle karşılaşıp aşık olmak ve evlenmek gibi bir şeyden söz etmiyorum. Hayatınızı tamamen değiştiren ve sizi hiç ummadığınız bir yola saptıran bir insandan bahsediyorum. Hayatımı değiştiren adam Geoff idi . . . ve Geoff'tan öğrendiğim bir şey varsa, o da şudur; fikrini değiştirmeye başladığın zaman her şeyi değiştirmeye başlarsın...
İnsan hayat için soyut bir anlam aramamalıdır. Başarılması istenen somut bir görevin yerine getirilmesi için hayatta herkesin belirli bir işi ya da misyonu vardır. Onun misyonunu başkası yapamaz ve yaşamı da tekrarlanamaz.
Böylece herkesin görevi ve bunu yerine getirmek için eline geçecek olan fırsat tektir.
Hayatta her durum insan için bir meydan okuma ve çözülmesi gereken bir sorun olduğuna göre, hayatın anlamı sorusu da aslında tersine çevrilebilir. Sonuç olarak, insan 'hayatın anlamı nedir' diye sormamalı, aslında sorulanın kendisi olduğunu kabul etmelidir. Tek kelimeyle, her insan hayat tarafından sorgulanır; ve hayata sadece kendi hayatı için cevap vererek yanıtlayabilir...

'Tutkulu... enerji dolu, sıradışı ve beklenmedik bir bestseller' - Daily Express

Kitabın arka kapağını okuyunca çok heyecanlanmıştım.Kitabın kötü olduğu gelmesin aklınıza güzel bir kitaptı.(Sadece ben daha iyi bir olay kurgusu bekliyordum.)İçinde kendimden birşeyler bulacağımı düşündüm bu kitapta..Sonuçta hergün öyle kişilerle karşılaşmıyoruz..Bazılarımız çok geç karşılaşıyor,bazılarımız hiç karşılaşmıyor belki.. Yeni hayatlar,yeni öyküler elbette dinliyoruz ama hepsi bizi değiştirecek güçte olmuyor..
Kitaba gelecek olursak Ed isminde ateist bir adamın başından geçenler anlatılıyor.. Ed iş yerinde ve özel hayatında bazı sıkıntılar çektiği dönemde Geoff isminde bir budistle tanışıyor..Önceleri hoşlanmasa da adamdan sonraları onunla konuşmaya kendi gitmek istiyor..Sonradan Ed'in hayatı da yavaş yavaş değişmeye başlıyor..

Adam Fawer - Empati

Olasılıksızdan bahsettik.Bundan bahsetmezsek ayıp olur değil mi ama :) Yazar bu kitabında benim sevdiğim türleri toplamış..Edebiyat,bilim,felsefe bu kadar güzel harmanlanamaz..
Kitabın içeriğini anlatmayı pek sevmiyorum..Okuyucu merak etmeli okuduğu şeyi.Yoksa nasıl bitsin o kitap..Bu arada kitap tasarımları çok güzel..(oldukça iç açıcı)

Blogumda her ay bir söze yer vereceğim.Bu ayın sözününde bununla ilgili olduğunu düşünüyorum..
-İnsan tabi ki istediğini yapabilir, ama istediğini isteyemez.
A. Schopenhauer

Arka kapak:
Yaşamınızın kontrolü sizde değil! Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz. Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz. Bu kitabı kapatabilirsiniz. O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz. Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz. Ne isterseniz yapabilirsiniz. Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz. Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun okadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz. Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar. Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın. Sadece 'isteklerinizin' tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın. EDEBİYAT, BİLİM VE FELSEFE RUHUNUZA AKACAK, OKUDUKÇA BAĞLANACAK, BAĞLANDIKÇA OKUYACAKSINIZ..

Adam Fawer-Olasılıksız

Kitabı görünce aa çok sıradan,çok popüler şeyleri okumam vs.. diyen varsa şimdiden kapatsın kardeşim sayfayı..Güzel bir kitap olduğu için okudum popüleritesi beni ilgilendirmiyor..Okuduğum ya da dinlediğim şeyleri popüler diye okuyup dinlemem.. Beğenirsem okurum ya da dinlerim..Örneğin popüler müzik, hiç haz etmem.Popüleritesi ilgilendirmez.Kalitesiz geliyor..Ona bakılırsa Pentagram da çok ünlü bir grup.(Metal severler arasında.) Ama o benim dinlememi etkilemiyor..Neyse kitaptan bahsedicektim değil mi? Mesela bir önceki yazımda bir olaydan bahsetmiştim..(ki böyle şeyler çok olur bende) Eğer başınızdan öyle bir olay geçerse üstüne de bu kitabı okuyun. Kalırsınız efendim öyle..

Arka kapak:
Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi? Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar? Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı? Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz? Eğer siz de kontrolün kimde olduğunu merak ediyorsanız, ‘OlasılıkSız’ tam size göre bir roman..

Tuna Kiremitçi - Bu İşte Bir Yalnızlık Var

Bir arkadaşımın msn iletisinde görmüştüm bu kitabın ismini.. Ardından birkaç hafta geçmedi..Kütüphane de gördüm kitabı..(ne denir ki buna?) Kitap olduğunu bilmiyordum..Görünce çok şaşırdım.Aldım okudum..Çokta beğendim..Evet ben eskiden hiç tahammül edemezdim polisiye ve gerilim kitabı dışındaki kitapları okumaya..Değişiklik bazen iyi geliyormuş..İnsan bazen farklı şeyler arıyormuş..Anladım..

Arka kapak:
Yanlış bir aşk, terk edilmişliğin hüznü, müziğin eşlik ettiği hayaller, parasızlıkla sarsılan hayatlar ve bitmeyen mutluluk arayışları...
İlk romanı Git Kendini Çok Sevdirmeden'le büyük beğeni toplayan Tuna Kiremitçi, bu sefer bir müzisyenin dünyasını anlatıyor. Memet Olcay'ın gücünü ve zayıflığını, pazar günleri buluştuğu kızıyla yeniden keşfettiği İstanbul'u, ortadan kaybolan arkadaşını ararken bulduğu aşkı ve yaptığı o ilk besteyi... Romanın bir tarafında bütün endamıyla hayat duruyor; öteki tarafında da elinde çalgısıyla tek başına bir adam.

Bunalım Saatleri..(2-İkarus)

Mitolojileri severim..İkarus güneşi daha yakından görebilmek ümidiyle balmumundan yapılmış kanatlarına aldırmadan daha yükseğe çıkar ve kanatları eridiği için düşerek ölür..
Nereden çıktı şimdi bu??Son 1 saat 50 dakikadır aynı şarkıyı dinleyince bahsedeyim dedim.(ki hala aynı şarkı çalıyor..) Şarkı Yüksek Sadakat' e ait. Bu arada tüm derslerimi vermişim sevgili blog.Fakat bende en ufak bir neşe belirtisi yok..Neşeyi geç tebessümün zerresi bile belirmedi yüzümde..Neyse ne yapayım..Umrum dışı bu da herşey gibi..Şarkı sözünü koyuyorum. Kusura bakma yine Ctrl+C,Ctrl+V yapıyorum..Yazmıştım ki şarkı sözü her site de farklı farklı.Bunu kendime yapamam..Düzeltiyorum sevgili blog..

Yüksek Sadakat-İkarus

Gözlerimiz uçurtmanın kuyruğuna takılınca,
Göz göze gelip gülümseriz, o an.
Sen ve ben anlarız ki; özgürüz.
Mumdan kanatlı bir adamın, güneşe ulaşması kadar,
Anlamlı bu dünya, biliriz.
Sen ve ben şaşarız insanlara, anladım sananlara
Yapraklar döküldükçe ve rüzgar süpürdükçe
O yerleri, anlayamazsınız.
Sen ve ben biliriz ki; doğmak ölmeye başlamaktır;
Ve böyle oldukça, söylenecek onca az şey varki.
Sen ve ben hep deriz ki; tutku en büyük yanılgıdır;
Ve böyle oldukça, söylenecek onca az şey varki

16.06.2010

Sailor Moon




İster boş zamanım olsun ister sınav zamanım olsun anime izlemeyi çok severim..ki birde bu Sailor Moon olursa..Sailor Moon toplam 5 sezondan oluşan bir animedir.Hepsini izlememe rağmen hala bıkıp usanmadan izleyebilirim. Ama gecenin bu saatlerinde pek önermiyorum hele de uykusu gelmeyenlere..(çünkü kendinizi kaptırıp sabahın nasıl geldiğini anlayamayabiliyorsunuz) İleriki günlerde sezon sezon anlatabilirim.Şimdi erindim..(çok üşengecim farkındayım )

Jean Christophe Grangé -Koloni

Siyah Kan ve Şeytan Yemini gibi aşmış kitaplarından sonra bana biraz sönük geldi..Kötü müydü?Hayır..Ama yine de kitabın başlarında hep böyle mi gidecek diye düşünmeme neden olan düşünceler vardı..Neyse ki sonra toparlandı..
Bu arada yeni çıkan kitabını merak ediyorum ve en yakın zamanda 1 adet edinmem gerektiğini düşünüyorum..

Arka kapak:
Onlar Çocuktular...
En mükemmel elmasların saflığındaydılar...
Ne ufak bir lekeleri...Ne de en ufak bir kusurları vardı...
Ve ne de en ufak bir günahları...
Ama onların saflığı kötülüğün saflığıydı...
Paris'te bir Ermeni katedralinde işlenen bir cinayet. Kan yok, cinayet aleti yok, yara bere yok…
Biri yaşlı ve huysuz emekli bir polis, diğeri Çocuk Bürosu'nda görevli, ancak açığa alınmış uyuşturucu müptelası genç bir polis. Bu ikisi, gitgide hunharca bir hal alan ve peşpeşe işlenen cinayetlerin katilini veya katillerini bulmak için birlikte çalışmak zorundadır. Birbirlerine ihtiyaçları vardır, birbirlerini tamamlamaktadırlar. Ancak bu cinayetler sıradan bir seri katilin işi değildir. Gizli servisler, naziler,Yahudiler, ülke içinde ülkeler, ve 'siyah bölgeler'… Sanki birileri bir şeyleri gizlemek istemektedir.
Fransa'nın göbeğinde başka bir ülke olabilir miydi?
Bu ülkeye kim veya kimler göz yumuyordu?
Burada neler yapılmaktadır?
Kaçırılan çocuklar ile öldürülenler arasındaki bağ nedir?
İki polisin çabası cinayetleri açığa kavuşturmaya yetecek midir?
Yoksa…

Stephen King-Sadist

Stephen King'in bazı romanlarını okumama rağmen beni en etkileyen bu olmuştur.Yani kitap ismini gerçekten hak etmiştir diyebilirim..Eğer iyi bir Stephen King hayranıysanız kitaplarının çoğunun filminin çekildiğini de bilirsiniz..Kitabını iyi ki önce okumuşum.Filmi gerçekten çok kötüydü..Ya da benim hayalimde canlandırdığım karakterler çok daha iyiydi.(kuvvetle muhtemel =D) Birde üstüne üstlük filmi değilde kitabı tercih ediyorsanız ki etmelisiniz(sadece kitap daha ayrıntılı olduğu için diyorum bunu) muhakkak okunması gereken bir Stephen King romanı..Filmini izlerken gözlerimi kapatmam gereken bir sahne olmadığı halde kitabı okurken kapatmıştım..Artık nasıl canlandırdıysam =p

Konusuna bakacak olursak:
Bir numaralı hayranı, yazar Paul Sheldon'ı geçirdiği araba kazasından kurtarıp evine getirir ve kemikleri kırılan bacaklarını sarar. Karşılığında en sevdiği karakter hakkında özel bir roman yazmasını ister. Eğer yazmazsa, tüm yaşamı kabusa dönüşecektir
.

Nar Suyu ve Sonrası..

Onca misafiri çekmenin ardından oturdum bilgisayarın başına büyük bir özlemle..Bu arada bana kahve,kola vs.. yasak.(Benim gibi içecekle beslenen birine yapılan en büyük haksızlık diye düşünüyorum..!!)Neysa abime sıcak çikolata sipariş etmiştim..Nar suyu ve kola getirdi..??Kolanın gelmesine mi yanayım,sıcak çikolatamı getirmemesine mi..Neyse içecektir dedim..İçilir her türlü..Ama o da ne..İğrenç bir koku yayıldı önce..Ona rağmen tadına baktım..Çok kötü..(öyle böyle değil)Tabi ki bir inat bitirdim yarım litreye yakını.. (bardak o kadar alıyor suçum yok)Burdan anladığım kadarıyla(sizin anlamanıza gerek yok ciddiyim.)ben içecekleri değil içmeyi seviyormuşum meğer..Organlarım isyan ediyor..
Onlar isyan ede dursun canım resim çizmek istedi..Hiç erinmedim aldım kağıdı geçtim pc karşısına..Bilgisayar ışığıyla ancak bu kadar oldu diye göstermeyi isterdim ama şu an çeksem karanlıktan başka birşey göremezsiniz..Belki bir gün atarım sevgili bloguma..Bu arada yandaki hatunu niye

koydun diye sorabilirsiniz.. O konuya şimdi değineceğim..Emilie Autumn görmüş olduğunuz kişi.. İlk başlarda hiç hoşlanmadığım bir kişi idi..Sonradan hoşuma gidenlerden..Resim çiziktirirken o kadar güzel oluyor ki dinlemesi..Denemelisiniz..Kadının söyleyiş tarzı hani 60 larda filmler olur..Oradan çıkma gibi..Özellikle buna Gothic Lolita'yı örnek gösterebilirim.
ve de son olarak:Bardağım hala nar suyu kokuyor..

15.06.2010

Bunalım saatleri..(1)

1 saat öncesine kadar iyiyken birden bunalımlara düştüm yine..Bu kadar dengesiz olmak niye? Bak diyorum hayat güzel çiçekler böcekler(yalan) falan..Yok gitmiyor bu isteksizlik..Dedim o halde tam olsun açayım bir Draconian iyice gireyim..(bundan önce Three Days Grace dinliyordum uçuruma bakar mısınız) Onlar söylüyor ben eşlik ediyorum(sessizce)..Ama içten içe bunalım saatlerden hoşlandığımı düşünüyorum..(belki mazoşistlik vardır bilemiyorum.)
Bu grubu çok seviyorum.Doom ve Gothic metali iyice harmanlaştırıyorlar..Ortaya bir şahaser çıkıyor.. Not Breathing 'i dinlediğim şu saatlerde düşüncelerim birbiriyle çelişiyor,ortaya bir kaos çıkıyor..Yani kafam çok karışık..İyi ya da kötü hissetmiyorum(hani bunalımdı?) Hissetmiyorum işte kardeşim zorla mı? Ne hissettiğimi bile hissedemediğim durumlardayım işte..Ne olmuş??
Bir cümlem diğerine uymuyor.Uymalı mı bilmiyorum?Çokta umrumda da değil açıkcası..
Örneğin bu cümlelerden sonra bu blogu açma sebebimi yazmak geldi içimden..Yazacağım..Blog benim kime ne?? Aslında karamsarlıkla açılmıştı önceleri..Edit tuşu olmasaydı daha iyi anlardınız yazdıklarımı..Anlamanız gerekmez..Biliyorum.Sonra kitapları anlatmaya karar verdim..Fena gitmiyor hani..Kitaplarda olmasa bu saçma sapan dünya da ne yapardım merak ediyorum..Bunun üstüne de bir Draconian-Death Come Near Me parçası iyi gider diye düşüyorum ve de PLAY diyorum..15.21 dk lık bir şarkı..Bende eskiden kısa sürümü vardı.Sonradan buldum uzununu..Bu da öyle gereksiz(herşey gibi) bir ayrıntı işte..
Bu arada bak aklıma ne geldi..İleride seninle kendi çevirdiğim parçaları da paylaşabilirim.. Şimdilik alıntı yapıyorum:

Not Breathing

You look so calm, are you sleeping?
I'm closing the door to our illusion

Where i lost myself in windswept dreams...
Two worlds so far apart

I remember when i gave her my eden...
From this dry land ardour now sleeps forsaken
All the fear inside of me that i don't want her to see;
Will overwhelm this life and feed my hopeless strife

And she came to me; insomnia
Pounding in my chest...
Oh... lay my soul to rest!

Her heart like lacuna and lacerated wings,
Burning inside the echo of our dead union
I'd like to rest inside the core of your very soul,
'cause your eyes are deeper, much deeper than any well!

But she stayed with me; insomnia
She paralyzed my heart
And tore it apart

I know i'm alive, but not breathing...
Can you see me?
And you know how i tried. please believe me!
Can you hear me?

My eyes, my soul... the scars inside afflicted
On my own, by the world outside,
Where love lies starving on the ground

I know i'm alive, but not breathing...
Can you touch me?
And you know how i tried. please believe me!
Will you love me?

Nefes Almayış

Çok dingin gözüküyorsun, uyuyor musun?
Yanılsamalarımıza açılan kapıyı kapatıyorum
Rüzgarlı düşlerde kendimi kaybettiğim...
Çok uzak düşmüş iki dünya

Ona cennetimi verdiğimi hatırlıyorum...
Şimdi terkedilmiş olan bu kurak bölgenin isteğiyle
İçimdeki tüm korkuyu görmesini istemiyorum
Bu hayatı istila edecek ve ümitsiz savaşımı besleyecek olan...

Ve bana geldi; uykusuzluk
Göğsüme ağır bir darbe indiriyor...
... yatır ruhumu dinlensin!

Kalbi girintili gibi ve kırılmış kanatları,
Ölü birliğimizin yankısıyla içten içe yanıyor
Tam ruhunun içinde dinlenmeyi isterdim
Çünkü gözlerin daha da derin, herşeyden çok daha derin!

Fakat yine de benimle kaldı; uykusuzluk
Kalbimi kötürüm bıraktı
Ve ince parçalara ayırdı onu

Hayatta olduğumu biliyorum, fakat nefes almıyorum
Beni görebiliyor musun?
Ve nasıl çabaladığımı biliyorsun.lütfen inan bana!
Beni duyabiliyor musun?

Gözlerim, ruhum...geçmişin yaraları içte kederlenmiş
Kendi kendime, dış dünyanın etkisiyle,
Aşkın büyük açlık çekerek uzandığı zeminde

Hayatta olduğumu biliyorum, fakat nefes almıyorum...
Bana dokunabilir misin?
Ve nasıl çabaladığımı biliyorsun.lütfen inan bana!
Beni sevecek misin?

Death, Come Near Me

By day I sleep, at night I weep!
O death, come near me!
Be the one for me, be the one who stays.
My rivers are frozen, and mischosen,
And the shadows around me sickens my heart.
O death, come near me,
And stay (By my side). Hear my silent cry!
In sadness I'm veiled, to the cross I am nailed,
And the pain around me freezes my world.
My cold world...
In life I've failed,
For years I've wailed.
Frozen in time... Left behind...
The rapture of grief is all to find...
The rapture of grief is all!
Behind the shadow of life the lost hopes are grieving.
I seek the night and hope to find love...
So I drown in the silence of lifes short eternity.
The tears fills the void in my heart astray
Embrace me now, delightful ease!
Give me a world of wonderous peace!
Calm the desperate scream in my heart!
O death, come near me,
Save me from this empty, cold world!
O life, you have killed me,
So spare me from this couldron of misery!
In life I cry, away I fly...
Chosen to fall within these walls.
The rapture...
The rapture of grief is all!
Oh, shed a tear for the loss of innocence,
For the forsaken spirits who aches... In us.
Cry for the heart who surrenders to pain,
For the solitude of those left behind!
Behold the pain and sorrow of the world,
Dream of a place away from this nightmare.
Give us love and unity, under the heart of night.
O death, come near us, and give us life!

Ölüm yanıma gel
Benim için tek ol,gelen bir tek sen ol
Nehirlerim donmuş,
ve etrafımdaki gölgeler kalbimi iğrendiriyor.

Ölüm yanıma gel
yanımda kal,sessiz ağlayışımı duy
üzüntümün içine saklandım,üzüntüye mıhlandım.
ve etrafımdaki acı dünyamı donduruyor.
Dünyam soğuk...

Hayatta başarısız oldum.
yıllardır feryat ettim.
Zamanın içinde dondum.. geride kaldım..
Kederin sevinci tüm bulduğum...
Kederin büyük sevinci!

hayatın gölgesinin arkasında kayıp umutlar acı çekiyor.
Geceyi arıyorum sevgiyi bulacağımı umut ederek.
Yaşamın kısa sonsuzluğunun sessizliği içine boğuldum.
Gözyaşları doğru yoldan sapmış kalbimdeki boşlukları dolduruyor

Beni bağrına bas, zevkli rahatlık
Eşsiz bir barışın olduğu bir dünya ver bana
kalbimdeki umutsuz çığlığı dindir.

Ölüm yanıma gel
Bu soğuk dünyadan bu boşluktan kurtar beni
Hayat, beni öldürdün
ve şimdi beni bu mutsuzluktan ayır beni

Hayatta ağlıyorum , hayattan uzakta uçuyorum
bu duvarların içine düşmeyi seçtim.
Büyük sevinç..
Kederin büyük sevinci!

Kaybolan masumiyet için göz yaşı dök
İçimizde ki ağlayan terk edilmiş ruhlar için...
Acıya teslim olan kalpler için...
Geride kalmış yanlızlık için ağla.

Acının ve dünyanın kederinin farkına var
Bu kabus gibi yerden öte bir yer düşün
Gecenin içinde bize sevgi ve birlik veren bir yer
Ölüm, yanıma gel ve bize hayat ver!

Bu acı dolu dünyanın yerine ölüm daha iyi
Sevgiyi ver bana yada ölümü!

Ölüm yanıma gel!!


14.06.2010

Evrim

Evrim'in günümüz Türkiyesinde gittikçe yalanlanmaya çalışılan bir konu olduğunu düşünüyorum..İnsanlar düşüncelerini rahatlıkla bir başkasıyla paylaşamıyorken bu insanlar bu işi üstlendiler.. Kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum.. Onca işleri varken bizlere bu kaynağı hazırlıyorlar. Sağolsunlar varolsunlar =)

Evrim çalışkanları, evrim konusunu Türkiye'de popülerleştirmek amacıyla Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nin "Understanding Evolution" isimli internet sitesinin Türkçe’ye çevrilmesi projesini üstlenen gönüllü topluluğun adıdır.
Kaynak: http://evrimcaliskanlari.org/blog/

Evrim hakkında daha fazla bilgi için: Evrimi Anlamak

Jack London- Martin Eden

Jack London'ın en beğendiğim eseri..Beyaz Diş falan hikaye..
Bu kitabı bir arkadaşım hediye etmişti..Başlangıçta sevmeyeceğimi düşünmüştüm ne de olsa tarzım değildi..Arka kapağı okuyunca bir aşk hikayesiyle karşılaşacağımı sanmıştım (ki aslında aşk hikayesi ile işleniyor olaylar) . Ta ki sonuna gelinceye kadar..Kitabı sırf sonu için 2 kere okudum diyebilirim..Kitaptan bahsedeyim biraz da:Şimdi Martin isminde bir denizci abimiz var..Olay örgüsü klasik sayılabilir.. Adam fakir zengin ve nazik bir kıza aşık oluyor. Tabi ki buna kızın ailesi razı olmuyor ..Martin gece gündüz demeden çalışıyor yazar olmayı istiyor çok çalışıyor fakat ne yaparsa yapsın yazdıklarını yayınlatacak bir yer bulamıyor..
Tabi kız bu yüzden ayrılıyor aile baskısı vs.. sebeplerden dolayı..Martin en sonunda çok ünlü bir yazar oluyor(klasik demiştim değil mi?) Kız buna geri dönmek istiyor ama nafile..Fakat işin en can alıcı noktası şu ki sonunda Martin anlıyor gerçekleri..Güzel dediği şeylerin aslında hepsinin boş olduğunu..Yaptığı şeyler artık ona acı veriyor ve de intihar ediyor..
(Kitabın sonunu felsefik buldum okursanız bana katılırsınız belki)

Arka kapak:
Kendisi için ise güzelliğe hizmet etmesinin sevinci, onun için yeterli bir ücretti. Ve Ruth’u güzellikten çok seviyordu. Dünyadaki en iyi şeyin aşk olduğunu düşünüyordu. Onun içindeki devrimin itici gücü aşk olmuştu; onu kaba bir denizciden bir öğrenciye ve bir sanatçıya dönüştürmüştü. Bu nedenle ona göre bu üçünden en iyisi en büyüğü, öğrenmekten ve sanatkarlıktan daha büyük olan aşktı. Şimdiden, anlamıştı ki kendi beyni, Ruth'un kardeşlerin beyinlerinin ya da babasının beyninin ötesine ulaştığı gibi, Ruth'unkini de geçmişti. Onun bir yıl kadarlık kendi kendine çalışması ve donanımı, dünya, sanat ve yaşam konularında ona Ruth'un sahip olmayı hiçbir zaman umut etmeyeceği bir ustalık vermişti.
Bütün bunları kavramıştı, ama bu Ruth'a olan aşkını etkilemedi; ne de Ruth'un ona olan aşkı bunan etkilendi. Aşk fazlasıyla güzel ve soyluydu ve Martin aşkı eleştiriyle kirletmeyecek kadar sadıktı

Sunay Akın-Ay Hırsızı


Kırdığımız Oyuncaklarla tanımıştım Sunay Akın'ı..Bu kitabında da beni yanıltmamış çok iyi bir iş çıkarmış..Olayları kendine özgü bir üslupla bağlıyor..Yine hiç birbiriyle ilgisi yok dediğim şeyleri birleştirip koymuş sanki inadıma =) Tabi ki bunları yapmak büyük bir araştırmayı da yanında getirmiştir..Kendilerini saygıyla selamlıyorum..Bir gün oyuncak müzesini de görme isteğimi de belirtiyorum bu arada :)

Arka Kapak:
Sunay Akın yeni kitabı Ay Hırsızı’nda gözünü Ay’a dikiyor ve bir arkeoloğun sabrıyla kazıyor insanlığın ortak birikiminin üzerine çöken tozu toprağı… Ortaya çıkardığı bilgiyi şair duyarlığıyla ilmek ilmek dokuyor ve okurunu hayrete düşürecek öyküler bir bir diziliyor karşımıza.

Cervantes ve Mimar Sinan hangi caminin inşaatında buluştu?.. Enver Paşa’nın uçağı kaç kez düştü?.. Piri Reis’in haritası Topkapı Sarayı’nda nasıl bulundu?.. İstanbul Boğazı’nı yürüyerek geçen Attila Hülagü’nün sırrı neydi? 157 yıl yaşayan Zaro Ağa'nın Amerika seferi… Atatürk neden hiç uçağa binmedi?

Ömer Hayyam ve Rubaileri

Rubai nedir?
Rubai, kendine özgü bir ölçüsü olan, 4 dizelik ( mısralık ) bir divan edebiyatı nazım biçimidir.Rubailerde birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize ise serbesttir. İki beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır.

Rubai deyince aklıma ilk gelen isim olan Ömer Hayyam'dan bahsetmek istedim..Daha doğrusu onun rubailerine yer vermek istedim..Ondan bahsetmek beni aşar sevgili okuyucu =) Şimdiye kadar okumadıysanız bu yazıyı gördükten sonra direk araştırmalara başlamalı ve mutlaka okumalısınız sizler için bulduklarımdan ve kitabından hoşuma giden internet ortamında pek olmayan rubailerine de yer vereceğim..

Sevdiklerimden birkaçı:

ıÜüYaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

-------------------------------

ıÜüİçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?

-------------------------------

ıÜüVar mı dünyada günah işlemeyen söyle:
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;
Bana kötü deyip kötülük edeceksen,
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.

-------------------------------

ıÜüBeni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet cehennem?

-------------------------------

Ah, Tanrı dünyayı yeniden yarataydı,

Yaratırken de beni yanında tutaydı;

Derdim:Ya benim adımı sil defterinden,

Ya da benim dilediğimce yarat dünyayı.

-------------------------------

Bu dünyadan başka dünya yok, arama;

Senden benden başka düşünen yok, arama;

Vazgeç ötelerden, yorma kendini

O var sandığın şey yok mu, o yok, arama!

Jean Christophe Grangé -Siyah Kan

Benim blogumda ileride çokca görebileceğiniz bir isim..Çünkü sıkı bir Grange hayranıyım..Son kitabı çıktığı sıralarda onu okumamanın vermiş olduğu hislerle yazıyorum yazımı..Ama diğer kitaplarına oranla en beğendiğim kitabı bu kitaptır..Önceliği bu yüzden Siyah Kan'a verdim..
Okurken irkilmedim desem yalan olur. . En gerilim kitabı ilan ediyorum kendimce bu kitabı :)

Arka Kapak:
Güneydoğu Asya’da, Yengeç Dönencesi ile Ekvator çizgisi arasında bir yerlerde bir yol vardır.
Siyah kanla çizilmiş bir yol.
Korkunun ve ölümün hakim olduğu bir yol.
Paris. İlk temas. Kuala Lumpur.Hayat Yolu. Uçuşan ve Çoğalan. Sonsuzluğun İşaretleri. Kamboçya. Bal ve Fresk. Tayland. Arınma Odası. Dünyadan soyutlanmış bu mekanda neler olduğunu anlayacaksınız! Bangkok. Gerçeğin Rengi aynı zamanda.Yalanın da Rengi’dir!
Ve Paris. Her şey sona ermedi, yeni başlıyor.
Çabuk saklan, Baba geliyor!

13.06.2010

Friedrich Nietzsche-Böyle Buyurdu Zerdüşt

Bu adama ne denir bilmiyorum..Aşmış bir varlık tam anlamıyla..
Beni derinden etkileyen düşüncelere sahip..Her ne kadar kitap işaretlemeyi sevmesemde bu kitapta bir değişiklik yaptım ve işaretledim sevdiğim yerlerini(evet bunu yaptım yakabilirsiniz beni =D ) Ama niye yaptım..Canım sıkıldıkça o yerleri okuyayım diye..Neredeyse başucu kitabım oldu kendileri..
İçinden sevdiğim bölümleri yazmak isterdim ama zaten kitap bütünüyle harika..

Sevdiğim bir sözünü yazayım bari:
"Yalnızlık kimine göre hasta kişinin kaçışıdır.Kimine göre ise hasta kişilerden kaçıştır.."


Arka kapak:
Zerdüşt otuz yaşında yurdunu ve yurdunun gölünü terkedip dağlara çıktı. Orada ruhunun ve yalnızlığının zevkini tattı ve on yıl bıkmadı bundan. Ama en sonunda gönlünde bir değişme oldu. Bir sabah, tan ağarırken kalktı, güneşin karşısında durdu ve ona söyle dedi: "Ey ulu yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı, nerede kalırdı senin mutluluğun! On yıldır yükselir durursun mağaramın üstüne; eğer ben, kartalım ve yılanım olmasaydık, ışığından da, bu yoldan da bıkardın. Ama biz seni her sabah bekledik, ışığının fazlasını aldık ve kutsadık sent bunun için. Bak! Pek fazla bal toplamış arı gibi bilgeliğimden bıktım; onu almak İçin uzanmış eller gerek bana.

Agatha Christie-On Küçük Zenci


Bu kitap Agatha ablamızın(böyle dememizin bir sakıncası yoktur umarım kesinlikle sevgiden böyle söylüyorum =) ) en beğendiğim kitabı..Kitabı övmeye kalksam vaktim ve sabrım yetmez..O yüzden direk konusuna gelicem..
Adaya davet edilen 10 kişinin gelmesinin ardından başlıyor kurgumuz..
On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı.Kaldı dokuz.
Dokuz küçük zenci geç yattı.
Sabah biri uyanmadı.Kaldı sekiz.
Sekiz küçük zenci Devon’u gezdi,
Biri geri dönmedi.Kaldı yedi.
Yedi küçük zenci odun yardı,
Biri baltayı kendine vurdu.Kaldı altı.
Altı küçük zenci bal aradı,
Birini arı soktu.Kaldı beş.
Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri idama mahkum oldu.Kaldı dört.
Dört küçük zenci yüzmeye gitti,
Birini balık yuttu.Kaldı üç.
Üç küçük zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı.Kaldı iki.
İki küçük zenci güneşte oturdu,
Birini güneş çarptı.Kaldı bir zenci.
Bir küçük zenci yapayalnız kaldı.
Gidip kendini astı.Kimse kalmadı.

Bu güzel tekerlemeye göre kurbanlar tek tek deyim yerindeyse avlanıyor :) Abartmıyorum soluksuz okuyabilirsiniz..O kadar uzun bir kitap değil(191 sf)

Oğuz Atay-Tutunamayanlar

Kitaba başlarken belirli ön yargılarım vardı..
1.si bu tür kitaplar okumamam ,2.si ise zaten karamsar biri olarak bu kitabın beni iyice bunalımlara iteceğini düşünmem..Ama bu kitabı okuduktan sonra bazı ön yargılarımdan kurtuldum denilebilir..Artık bir kitapçıya gittiğimde bu türden kitaplara da bir göz atıyorum mesela..Bu bloga da bu kitapla açılış yapmamın sebeplerinden biri de ön yargılarımı yıkmak istemem...
Lafı fazla uzatmadan biraz da kitaptan bahsedeyim:
Turgut Özben isimli bir mühendisin arkadaşı Selim'in ölümünün ardından ,Selim'i anlamak için yaptığı enteresan bir o kadar da çılgın yolculukları anlatıyor..
Kitabın bazı bölümlerinde oldukça eski kelimeler var.Bunun için bir sözlük oluşturdum..Sizler için erinmedim hazırladım :)(yalan..! başlangıçta hiçte öyle bir niyetim yoktu..) Kısa zamanda tamamlayıp buradan yayınlayacağım sevgili blog okuyucuları :)
Şu paragraf çok hoşuma gitmiştir:
Bir silgi gibi tükendim ben
Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım
Mürekkeple yazmışlar oysa..
Ben kurşunkalem silgisiydim
Azaldığımla kaldım..

Kitapta hoşuma giden bir bölüm:
Tutunamayan (disconnectus erectus):
Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan
boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer.
Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş
yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer).
Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme
duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.

Erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar.Dişilerini
de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar
dayanabildikleri sürece) barınırlar. ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar.
Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavrular ayrı
yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı
birleştikleri görülmemiştir. Belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. Başka
hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler.
Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. Bütün
huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini
görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar. (Bu sırada çok zayıf düştükleri için
avlanmaları tavsiye edilmez).

İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene
taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya
girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir
hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu
için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlemlenmiştir.
(Aynı bilginler, kavgacı tutunamaynların sayısının gittikçe azaldığını
söylemektedirler).

Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da gizli olarak
avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok
kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra
tutup öldürmek işten bile değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar
taşıdıkları tespit edildiğinden, belediye sağlık müdürlüğü de tutunamayan
kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif
sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi
duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı
hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da
bulaştırdıklarını ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemekten
vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler.

Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları
sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri
nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca
birkaç sirkte halkın karşısına çıkarılan tutunamayanlar, onları güldürmek
yerine mahzun etmişlerdir. (Halk gişelere saldırarak parasını geri
istemiştir).

Filden sonra, din duygusu en kuvvetli hayvan olarak bilinir. Öldükten
sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu, ya da
tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı
sanılmaktadır.

Başları daima öne eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve
her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka
yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi denemişlerdir.
Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uyamamaları nedeniyle- çok
zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden
kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce,
acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. (Bir
keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini
kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir).

Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle
çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sayılarının
azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir.